1 Temmuz 2020 Çarşamba

Stephen King - Göz

Herkese Merhaba!

YAZ BOYU EDEBİYAT ETKİNLİĞİ hız kesmeden devam ediyor!
Bugün etkinliğin ilk maddesini yerine getirmek üzere okuduğum 'Göz' kitabını yorumlayacağım. Bu kitap hakkında anlatacağım çok şey var. Bazı yerler sürprizbozan (Deeptone'un deyimidir. Spoiler anlamına gelir.) içerebilir. Ancak endişelenmeyin, ben haberdar edeceğim:)

Öncelikle kitabımızın konusundan bahsedeyim.

Kitabımızın ana karakteri Carrie isminde, okulda her seferinde zorbalığa uğrayan, çirkin denilerek dışlanan, 16 yaşında bir kız. Babası öleli çok olmuş, annesi bakımından da pek şanslı sayılmaz bu kızımız. Annesi aşırı dindarlığın ötesine geçip kendine çok farklı bir boyut yaratmış adeta. Eline geçtiği her fırsatta Carrie'yi öldürmeye çalışan, delirmiş bir insan. Eminim bu yazı boyunca bu anneden, yani Margaret White'dan epey nefret edeceksiniz.

Kitap, Carrie'nin okulda, soyunma odasında ilk reglini olmasıyla başlıyor. Bunu gören zorba arkadaşları tabii ki de Carrie'yi rahat bırakmıyorlar ve çok rahatsız edici davranışlar sergiliyorlar. Kızın üstüne pamuk atmak gibi. Ancak garip olan şu ki, Carrie başına ne geldiğini bilmiyor. Hatta neden sonra, ''Yardım edin, kan kaybından ölüyorum!'' diye haykırmaya başlıyor. Bütün bu kargaşanın üzerine, beden eğitimi öğretmeni soyunma odasına geliyor ve tanık oldukları üzerine, zorbalık yapan öğrencileri daha sonra cezalandırmak üzere aklının bir kenarına yazdıktan sonra, Carrie'ye yardım ediyor ve gerekli açıklamaları yaptıktan sonra evine gönderiyor.



Carrie, eve gittikten sonra annesinin işten gelmesini beklemeye başlıyor. Annesi geldikten sonra, ona neden daha önce böyle bir şeyden (yani reglden) hiç bahsetmediğini soruyor. Annesi, bunun bir kötülük belirtisi olduğunu, kötü bir insan olmasaydı bunun başına gelmeyeceğini söylüyor.
(Açıkçası ergenliğin ve getirilerinin 16 yaşına kadar okulda öğretildiğini düşünüyordum. O yüzden kitaptaki bu detayı biraz garipsedim.)
Bunun üzerine annesi, (her zaman yaptığı gibi) Carrie'yi hırpalamaya başlıyor. Ona 'dolaba girip dua etmesini' söylüyor. Kitap boyunca annesi, Carrie'yi birçok kez dua etmesi konusunda zorluyor. Dolaba kilitlemekle kalmıyor, onu öldürmeye bile kalkıyor. (Bu bir sürprizbozan değildi.)
Tüm bunlara rağmen, Carrie güçlü durmayı başarıyor. Çünkü onun kendisine güvenmesini sağlayan ve alevlenmek üzere ergenlik dönemini bekleyen bir özelliği var:

TELEKİNEZİ

Carrie'nin bu yeteneği o kadar güçlü ki, 3 yaşındayken, annesinin yine onu öldürmeye çalıştığı anlardan birinde, istemsiz bir şekilde evlerine gök taşı yağdırıyor.
(taşlar)
Carrie sürekli taşları hatırlıyor kitap boyunca. Annesine karşı koymak için bu yeteneğini sürekli geliştiriyor.

Bu arada şunu da söyleyeyim, kitapta birkaç sayfada bir Carrie ile ilgili bilimsel makaleler yer alıyor. Yani, kitabın sonunda olan olaydan (birazdan bahsedeceğim ama sürprizbozan içerecek) sonra Carrie hakkında yazılmış makaleleri önceden önümüze sunarak kitabın sonunu tahmin etmemize yardım ediyor sevgili Stephen King. Göz, Stephen King'den okuduğum üçüncü kitaptı. Stephen King'in anlatımı o kadar iyi ki, etkisine kapılıp gidiyorsunuz. Bu etkinlik kapsamında okumayı planladığım bir Stephen King kitabı daha var. Onu da okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.

Konumuza dönersek, Carrie'ye soyunma odasında zorbalık yapanlardan biri olan Sue Snell; yaptığı şeyden dolayı çok pişmanlık duyuyor. Çünkü aslen öyle bir insan değil. O olaydan sonra Carrie hakkında çok düşünüyor ve bir karar veriyor. Carrie, sosyallikten çok uzak olduğu için onu sosyalleştirmek üzere; onu yıl sonundaki baloya kendi erkek arkadaşı ile göndermeyi planlıyor. Carrie'nin bunu kabul edeceğini biliyor çünkü okuldaki kızların yarısı gibi, onun da kendi erkek arkadaşına ilgisi olduğunun farkında. Sue'nun bunu yaparken hiçbir kötü amacı yok.Tıpkı Carrie'nin o baloda başına gelenlerden sonra, okulun ve kasabanın başına ne geleceğinden kimsenin haberi olmadığı gibi.

Sürprizbozansız bu kadar anlatabiliyorum, bundan sonraki kısım epey bir sürprizbozanlı olacak.


Evet, 'artık acaba söylememem gereken bir şeyi söyledim mi' diye endişelenmeme gerek kalmadı.

Sue'nun bu ricasını erkek arkadaşı Tommy Ross, kabul ediyor. Tam da Sue'nun tahmin ettiği gibi Carrie bu teklifi kabul ediyor. Ancak burada çok önemli bir olay var. Yani en azından hepimize bir şeyler anlatan bir nokta var. Herkesin 'çok çirkin' bahanesiyle dışladığı Carrie'nin aslında hiç de çirkin olmadığını fark ediyor Tommy.
İnsanlar kendi standartlarına uymayan insanları 'çirkin' diye nitelendiriyorlar. Oysaki çirkin insan yoktur.
Zorbalık konusunda Carrie'yi tamamen anlayabiliyorum, çünkü bu sene,yani en azından ilk dönem, zorbalıktan çok çektim. Bir süre ben de Carrie gibi çok dışlandım. Hiçbir arkadaş grubuna giremedim. Daha sonradan beni benimseyebilen birkaç kişi oldu ama zorbalık yapanlar okul kapanana kadar bunu sürdürmeye devam ettiler. Dediğim gibi, Carrie ile empati kurmuş olmam bu kitabı daha çok özümsememe sebep oldu.

Derken, balo günü yaklaşıyor ve tabii ki de Carrie, annesinin garip davranışları ve inançları yüzünden elbisesini kendi dikmek zorunda kalıyor. Carrie o kadar yetenekli ki çok güzel bir elbise dikiyor. Ama bunu giydiğinde ya da baloya gideceğini söylediğinde annesi tekrar deliye dönüp bunların hepsinin günah olduğunu söylüyor. Ancak Carrie telekinetik gücü sayesinde annesini kapı dışarı ediyor.

Kitaptaki birçok bilimsel makalede, bu telekinetik gücün, TK isimli genin sayesinde oluştuğu açıklanıyor. Yani aslında bu güç genetik. Margaret, bütün bunların, yani Carrie'nin telekinetik olduğunun farkındaydı. Çünkü kendi büyükannesinde de aynı güç vardı.
(taşlar)
Taşları da onun getirdiğinin farkındaydı. Ona Şeytan'ın Çocuğu diyordu. Bu yüzden ölmeliydi.

Carrie, annesini bırakıp baloya gittiğinde başına geleceklerden habersizdi. O gün, soyunma odasında ve tüm okul hayatı boyunca ona zorbalık eden kız, Chris Hargensen ona pek de iyi olmayan birkaç sürpriz(!) hazırlamıştı.

O gün, yani soyunma odasında olan olaydan sonra; zorbalık yapanlara bir haftalığına okulda cezaya kalmaları söylenmişti. Eğer bu cezalarını aksatırlarsa baloya gitme şanslarını kaybedeceklerdi. Tahmin edebilirsiniz ki, bu kızlar için balo çok önemli bir olaydı. Çünkü kendilerini gösterme fırsatları vardı,  ki bu da onların tam da elde etmek için yanıp tutuşacakları bir fırsat. Chris, Carrie'den o kadar çok nefret ediyor ki; ona hazırlayacağı kötü sürprizi gerçekleştirebilmek için, kendisine göre dünyanın en önemli olaylarından olan baloya gitmemeyi seçiyor.

O zaman, biraz şu sürprizden bahsedeyim. Chris'in bir sevgilisi var. İsmi Billy. Chris, Billy'ye, öç almak istediği yaşlı çiftçinin bugün evde olmadığını ve ondan istediği gibi bir intikam alabileceğini söylüyor. Chris, kafasındaki planı anlatıyor.

Chris'in planı ise şöyle, Billy; o çiftliğe giderek çiftçinin birkaç domuzunu öldürerek intikam alacak. Öldürdüğü domuzlardan alıp Chris'e getireceği kanla ise Chris, Carrie'den intikam alacak. Böylelikle Carrie'ye soyunma odası faciasını tekrar hatırlatmak istiyor.


''Domuzun hakkı domuz kanı.''


Billy, getirdiği domuz kanıyla, balonun yapılacağı salondaki sahnenin üzerine bir düzenek kuruyor. Dışarıdan sarkan ipi çekince sahnedekilerin üzerine kan dökülmesi için.

Amerika'daki okul balolarında, kral ve kraliçe seçilir. Chris'in planı da bu. Baloya gidecek olan insanları; oylarını Carrie'ye vermeleri için ikna ediyor.

Ve evet, sonuç olarak Kral ve Kraliçe, Tommy ile Carrie seçiliyor. Onlar tam sahneye çıkıp okul marşı çalmaya başladığında Chris ve Billy ipi çekip, kanın Tommy ve Carrie'nin üzerine dökülmesini sağlıyorlar. Ancak planlamadıkları bir şey oluyor. Domuz kanıyla dolu olan iki kovadan biri, yarısından fazlası dolu bir haldeyken Tommy'nin başına düşüyor. Yani, Tommy oracıkta can veriyor. Carrie, telekinetik olduğu için ondan gelen bu ölüm enerjisini hissediyor. Daha sonra, balodaki insanlar, Tommy ve Carrie'yi bu halde görünce isterik bir şekilde gülmeye başlıyorlar. Carrie oradan uzaklaşmak istediğinde ayağı takılıp düşüyor. Bu herkesin daha fazla gülmesine sebep oluyor. Tommy'nin ölümü ve insanların bu şekilde gülüşü; Carrie'nin bardağını taşıran son damla oluyor. Carrie'nin bu halini gören beden eğitimi öğretmeni Bayan Desjardin, Carrie'nin yanına geliyor. Ancak Carrie artık korkunç bir silah haline gelmişti bile. Bir anda öğretmeni duvara savuruveriyor.

Bundan sonrası ise hep kan.

''Eğer sağ gözün suç işlerse, onu yerinden çıkar.''

Carrie, balo salonunun yangın musluklarını açıyor. Bunu yapmasının sebebi, o gün soyunma odasında onun yaşadığı gibi dehşet içinde duş almalarını sağlamak. Daha sonra salondaki kabloları koparıyor. Böylece yangını başlatmış oluyor. Bunların hepsini telekinezi ile yapıyor. Sokaktaki yangın musluklarını patlatıyor ki, yangını söndürecek su kalmasın. Benzin istasyonlarını ve birçok mekanı yakıyor Carrie.

Ancak, onun aklında tek bir kişi var: ANNESİ.
Ne yazık ki, o sırada annesi de evde onu öldürmek için bekliyor. Yıllardır yapamadığı şeyi bugün yapmak için.

Carrie, eve geldiğinde annesi, ona; onu dünyaya getirdiği, hamile kaldığı için çok günaha girdiğini ve o günahını temizlemek için ancak kan dökülmesi gerektiğini söylüyor. Ve Carrie, annesine zarar vermeden, annesi onun omzuna Carrie'nin eve gelmesini beklediği birkaç saat boyunca bilediği bıçağı saplıyor.

Carrie, o sırada telekinezi ile annesini öldürüyor. Ama çok kan kaybetti bile.

Yapılacak son işi kalıyor geriye; Chris ve Billy. Telekineziyle onları da buluyor ve zor bir mücadeleden sonra onların içinde bulunduğu arabanın bir mekana girmesine sebep oluyor.

Böylece Carrie, aklındaki tüm işleri tamamlamış bulunuyor.
Artık kan kaybından gerçekten ölmek üzere.

O sırada Sue yanına geliyor. Çünkü Carrie'nin telekinezi yeteneğinin yanında bir de telepati yeteneği var. Sue'nun onu bulmasını sağladıktan sonra onunla biraz konuşuyor. Ve Carrie, Sue'nun kollarında can veriyor.

O kasaba o gün yok oluyor adeta. 400'den daha fazla kişi ölüyor.


Tabii ki de polis, hayatta kalan son birkaç kişiyi sorguya çektiğinde onlara bunu kimin yaptığını soruyorlar. Yani kasabayı kimin yok ettiğini. Aşağıda birkaç kişinin sorgusu yer alıyor.

1)
Y: ...Tam o sırada Carrie'yi gördüm.
S: Carrie'yi daha önce hiç görmüş müydünüz?
Y: Hayır.
S: O halde, gördüğünüz kimsenin Carrie olduğunu nerden bildiniz?
Y: Bunu açıklamak zor.


2)
Y: ...Kiliseden bir sokak falan ötedeyken, kapısının açıldığını gördüm ve içimden, birisi Tanrı'nın yardımını yakarmaya gelmiş olmalı, diye geçirdim. Ama bir saniye sonra yanıldığımı anladım.
S: Nasıl anladınız? Aslında doğal olan ilk tahmininizdi, öyle değil mi?
Y: Anladım işte.
S: Kiliseden çıkan kimseyi tanıdınız mı?
Y: Evet. Carrie White'dı.
S: Carrie'yi daha önce hiç görmüş müydünüz?
Y: Hayır. Kızım onunla arkadaş değildi.
S: Daha önce Carrie White'ın bir resmini görmüş müydünüz?
Y: Hayır.
S: Hem zaten hava karanlık, siz de kiliseden en az bir sokak ötedeydiniz.
Y: Evet, efendim.
S: Bayan Simard, bu kimsenin Carrie White olduğunu nasıl bildiniz?
Y: Bildim işte.
S: Bu bilme, Bayan Simard, kafanızın içinden geçen ışık gibi bir şey miydi?
Y: Hayır, efendim.
S: Nasıl bir şeydi?
Y: Size anlatamam. Tıpkı bir düş gibi kayboldu gitti. Aradan bir saat geçtikten sonra yalnızca bir düş gördüğünüzü anımsarsınız ya onun gibi. Ben yalnızca biliyordum işte.





Tekrardan Merhaba!
Sanırım bu ömrümde yazdığım en uzun yazı:)
Kitap hakkında anlatacağım o kadar çok şey vardı ki, iki gündür bu yazı ile uğraşıyorum. Umarım beğenmişsinizdir.^^

Yorumlarınızı bekliyorum, iyi günler dilerim:)

Bu arada, yakında ben de öykü yazmak istiyorum. Sadece haber vermek istedim^^






En'lerimi Seçiyorum!

Herkese Merhaba!

Bugün Deeptone'u kırmıyorum ve En'lerimi Seçiyorum!


En sevdiğim şarkılar?

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki, çok kararsız bir insanım. Aynı zamanda şarkı, film, renk gibi zevklerim ruh halime göre hemen değişiveriyor. O yüzden şimdiki ruh halime göre karar veriyorum^^

En sevdiğim şarkı sizin de tahmin edebileceğiniz gibi spesifik olarak yok. O yüzden sevdiğim bir kaç şarkıyı sıralayacağım.
Nat King Cole - L.O.V.E.
Sting - Shape Of My Heart
Sarah Brightman & Andrea Bocelli - Time To Say Goodbye
Billie Eilish - Hostage, Bellyache, When The Party Is Over, Ilomilo
Lewis Capaldi - Before You Go

Çok garip bir müzik zevkim olduğunu biliyorum, çok alakasız türleri birlikte dinliyorum ama sonuçta hoşuma gidiyor:)

En sevdiğim filmler?

Kuzuların Sessizliği, Harry Potter, Geleceğe Dönüş, Hotel Ruanda, Yıldızlararası (Interstellar), John Wick, Tom Cruise'un bütün filmleri (Tom Cruise hayranıyımdır. En sevdiğim aktör olur kendisi.)
Şimdilik aklıma bunlar geldi:)

En sevdiğim kitaplar?

İşte bu kısım en zoru:) Kararsız olmamın sebeplerinden biri de şu; sevdiğim her şey bir süreden sonra benim evladım gibi oluyor. Onları sanki bir parçammışçasına benimsiyorum. Hani bir anne veya baba çocukları arasında ayrım yapamaz ya, aynı öyle.

En iyisi ben yine liste yapayım:)

J.K.Rowling - Harry Potter Serisi
Stephen King - Hayvan Mezarlığı
Marie Lu - Warcross Serisi
Renée Ahdieh - Gazap ve Şafak
Paulo Coelho - Veronika Ölmek İstiyor
Franz Kafka - Dönüşüm
Stefan Zweig - Satranç
Sarah Jio - Böğürtlen Kışı
Cengiz Aytmatov - Beyaz Gemi

Bunları çok sevdiğimi söyleyebilirim^^

En sevdiğim diziler?

Açıkçası, pek dizi izleyen birisi değilim. Dizi izlemek yerine film izliyorum genelde. O yüzden tek tük izlediğim diziler arasından, beğenerek izlediğim Çernobil (Chernobyl) dizisi diyebilirim.


En sevdiğim animeler / çizgi filmler?

Açıkçası animeleri ve çizgi filmleri çok seviyorum.
En sevdiğim animeler, Ruhların Kaçışı (Spirited Away) ve Senin Adın (Your Name).
Anime de çizgi film biliyorum ama resmimden de tahmin edebileceğiniz gibi Sünger Bob'u çok seviyorum. Sünger Bob benim için bir yaşam tarzı gibi:)
O yüzden Sünger Bob'u ayrı bir kategoriye koymak istedim.

En sevdiğim renk?

Bütün renkleri seviyorum aslında ama birkaç tane seçmem gerekirse; siyah, kırmızı,mor ve turuncuyu çok seviyorum:)


Sizin favorileriniz neler?
Yorumlarınızı bekliyorum, iyi günler dilerim:)